Arabuluculuk ile ilgili yapılan tanımların hemen hepsinde arabulucunun “tarafsız ve bağımsız üçüncü kişi” olduğu vurgulanmıştır. Arabulucunun tarafsızlığı ve bağımsızlığı arabuluculuk sürecine ve yöntemine hâkim en temel ilkelerden birisidir. Tarafsız olarak görülmeyen bir arabulucu, gücü ve etkisi olmayan bir arabulucudur. Üstelik bu durum, tarafarın kendi adalet anlayışlarına uygun çözüm üretmelerine de engel olacaktır. Bununla birlikte, arabulucu netice itibariyle bir insandır, kişisel düşünce ve tercihlere sahiptir. Tarafsız olmak demek, arabulucunun kişisel düşünceleri olmayacak demek değildir.
Burada tarafsızlıktan kastedilen, arabulucunun görevini yerine getirirken söz, davranış ve görünümünde kendi duygu, değer ve önceliklerine yer vermemesidir. Tarafsızlık kapsamında baktığımızda arabulucunun, öncelikle uyuşmazlığın dışında kalan bir “üçüncü kişi” olması gerekir.
Arabulucunun tarafsızlığı, iki açıdan incelenmelidir:
Bunlardan ilki, uyuşmazlığın tarafarına karşı her zaman tarafsız davranmasıdır. Arabulucu, tarafara karşı ön yargısız olmalı, birinin lehine diğerinin aleyhine olacak, birini güçlendirip diğerini zayıfatacak davranışlardan kaçınmalıdır. Tarafarın tümüne eşit davranmalıdır. Herkes içinde yaşadığı toplumda baskın değer ve kabulleri içselleştirme eğiliminde olduğundan, farklı bir kişiyle karşılaştığında hangi değer ve kabullerinin tarafsızlığını engelleyebileceğine ilişkin bilgi sahibi olmalıdır. Bu bilgi, arabulucunun eğitim süresince kendisine ve kabul ettiği değerlere ilişkin de tarafsız bir değerlendirme yapabiliyor olmasını gerektirir. Kişiler kimi farklılıklar karşısında ön yargılara sahiptir; ancak kimi zaman bunun ön yargı olduğunu düşünmeyebilir. Bu açıdan arabulucunun kendi kültürel öğrenmelerini ve değer yargılarını da analiz edebileceği ve bunun davranış ve kararlarına nasıl etki edebildiğini deneyimlemesi tarafsızlık açısından gerekir.
İkincisi ise uyuşmazlık konusu bakımından arabulucunun tarafsız olması, yani arabuluculuk neticesinde varılacak anlaşmada şahsi menfaatinin bulunmamasıdır. Arabulucunun, tarafarla kişisel ilişkisi veya iş ilişkisi olmamalı veya uyuşmazlık konusuyla ilgili ve uyuşmazlığın sonucuna yönelik doğrudan veya doğrudan olmasa bile belirgin bir mali veya diğer ekonomik veya başkaca menfaatinin bulunmaması gerekir. Yine arabulucu veya çalıştığı veya varsa temsil ettiği frmasının tarafardan biri için arabuluculuk dışında herhangi bir yetkiyle görev yapıyor olmaması gerekir. Arabulucu, tarafsızlığından şüphe edilmesini gerektirecek önemli hâl ve şartların varlığı hâlinde ve kendisinin buna vakıf olması ile birlikte, tarafarı bilgilendirmelidir. Tarafsızlık konusunda tereddüt olması durumunda tarafar da arabulucunun görevine son verebilirler. Bununla birlikte, arabulucu tarafından yapılan bilgilendirmeye rağmen, tarafar arabulucunun devam etmesini talep ederse, arabulucu bu görevi üstlenebilir yahut üstlenmiş olduğu görevi sürdürebilir. Ancak tarafar onay verseler bile, söz konusu hâl ve şartların varlığı nedeniyle objektif olarak tarafsızlığının etkileyeceğini düşünen arabulucu, buna rağmen görevini devam ettirmemelidir. Her ne kadar arabuluculuk yönteminin temel prensiplerinden birisi arabulucunun tarafsız olması ise de, tarafara eşit mesafede duran tarafsız bir üçüncü kişinin varlığı, uyuşmazlığın her zaman anlaşma ile çözümlenmesinde yeterli değildir. Hatta arabulucunun tarafsızlığı ilkesinin beraberinde barındırdığı bazı riskler olduğu da söylenebilir. Bu riskler üç başlık altında ifade edilmiştir: Birincisi, güçlü olan tarafın, zayıf olan taraf karşısındaki üstünlüğü ile bir anlaşmaya varılması, ikincisi, varılan anlaşmanın uyuşmazlığın tarafarı dışındaki üçüncü kişilere de etki edecek olması ve üçüncüsü de toplumsal değerlerin göz önünde bulundurulmamış olmasıdır. Arabulucunun tarafsızlığı ilkesi, tarafar arasında açık güç dengesizliği olması hâlinde daha karmaşık bir hâl alacaktır. Tarafar arasındaki güç dengesizlikleri, bu durumun arabulucu tarafından yönetimi ve sonucun adil olmasında arabulucunun rolü, aşağıda detaylı olarak açıklanacağından, burada daha fazla ayrıntıya yer verilmeyecektir.
Değer atfetme: Sevdiğim bir kişinin bana belirli bir durumda vermiş olduğu bir liralık tarak, yalnız benim için değerlidir çünkü ben o tarağa kendi dışındaki bir nedenden dolayı değer atfediyorum. Kişilerin belirli bir olay veya insanla olan özel ilişkileri farklı olduğu için her birimiz belirli bir olaya veya insana başka değerler atfederiz. Genellikle kişisel duygu ve deneyimler üzerinden hissedilen yakınlık ve uzaklık üzerinden bu kapsamda değerlendirme yapılır.
Değer biçme: Olay veya insanların ilkeler, kurallar, normlar bakımdan nitelendirilmesidir. “Değer biçme, şiddet kötüdür, yalan söylemek ayıptır, dayanışma iyidir” gibi genel değer yargılarına veya genel değer yargılarına dayanarak çıkartılan özel değer yargılarına dayanılarak yapılan değerlendirme biçimidir. Genellikle toplumun değer yargıları üzerinden değerlendirme yapılır. Yüklemeleri “iyi-kötü, güzel-çirkin, faydalı-zararlı, doğru- yanlış, günah-sevap” ve bu gibi sıfatlar olan değer yargıları kurulur ve her şeye buna göre değer biçilir veya biçilmesi beklenir.
Değerlendirilen şeyin değerine uygun olarak yapılan değerlendirme / doğru değerlendirme: Değer atfetme ve değer biçmeden farklı olarak değerlendirilen şey, kendi dışındaki bir nedenden dolayı değerli veya değersiz görülmez. Aksine değerlendirilenin kendinde taşıdığı değeri görmek anlamında yapılan değerlendirmedir. Her birey biriciktir ve farklılıklarının ötesinde sadece insan olarak değerlidir. Bu açıdan doğru değerlendirme, değerlendirilen durumun o durumdan etkilenen kişi için anlamını ve değerini görerek bunu gösteren değerlendirmeleriken, yanlış değerlendirme değerlendirilenin kendisine özgü değerini ve anlamını ortaya koyamayan değerlendirmelerdir. Dolayısıyla doğru değerlendirme, kişisel ve toplumsal olarak kurulan değer yargıları ve anlamlardan bağımsız olarak yapılan bir değerlendirmeyi şart koşar.